Cover

Periler ve Efsaneler

 

Periler ve Efsaneler

Efsaneler asla öldürülemez!”

 

Varlıklar âleminin toplandığı ve iyi kötü bir hayatı paylaştıkları dünya artık eskisi gibi değildi. Kara han’ın kontrolünde ki bölgelerde karanlık yükselmeye başlamıştı. Ork, İskelet, Şeytan ve Devleri kontrolüne almış, dünyayı bir kaosa sürüklemeyi planlıyordu. İnsanların hâkim olduğu dünyada Periler, Efsaneler, Cinler, Elfler, Hayvanlar, Süperiler, Tanrılar gibi birçok varlıkta beraber yaşıyordu. Fakat hiçbir varlık topluluğu ittifak ve barış içerisinde değildi. Vampirler Kurtlarla, Periler Cinler ve İnsanlarla, Titanlar Tanrılarla, Cadılar ve Ejderhalar ise Avcı ve Efsanelerle savaş içindeydiler. Varlıkların birbirleriyle olan savaşları dışında ayrıca kendi içlerinde de savaş yaşamaktaydı. İnsanlar farklı ırk ve milletlere bölünmüş birbirleriyle savaşıyorlardı. Hintliler Asyalılarla, Törükler Şangaylarla, Nilgenler Urumlarla sürekli harp içindeydi. Taraflar sürekli belirsizlik gösteriyor, savaş esnasında farklı varlıkların saldırı ve pusularıyla karşılaşılabiliyordu. İki milletin savaşı esnasında Ejderha ve Cadıların saldırısı her an kaçınılmaz olabiliyordu. Yahut İnsanlarla Vampirlerin harbinde, Kurtların savaşa müdahale etmesi mümkündü.

Yüzyıllar önce başlamış olan kargaşa Kara hanın müdahalesiyle farklı bir boyut kazanmıştı. İnsanların Urum ırkından Ecüş boyuna mensup olan Efsane Kara han, hâkim olduğu topraklarda tüm insanların isyan ve savaşlarını ortadan kaldırıp, bölgesindeki tüm varlıkları cezalara çarptırdı. İnsanlar ve sadece bazı ağaç ve hayvanların dışında ki tüm varlıkları sürgüne gönderdi. Ejderha, Dinozor ve İnsanlar için tehdit oluşturabileceğini düşündüğü tüm hayvan ve ağaçları sürgün etti. Yıllar sonra Orklar ve İskeletlerden oluşan dev bir ordu kurdu. Kara ordu ismini verdiği orduyla tüm dünyayı ele geçirdi. İlk birkaç yıl sonra sürgün edilmeyen neredeyse hiçbir varlık kalmamıştı. Arkada saklanmayı, kaçmayı başaran varlıklar ise yakalandıklarında yok edildi. Titan ve Tanrılar dünyanın en derin zindanlarında hapsedildiler. Diğer tüm varlıklar ise Karanlık gezegene sürgün edildiler. Uzun yıllar sonra Kara han’a isyan eden Devlerle İskeletlerin birçoğu yakılıp yok edildi. Kalanları ise Satürün diyarına sürgün edildi.

Artık ne denizlerde Denizkızları, ne ormanlarda Periler, ne karanlıkta Kurt ve Vampirler ne meydanlarda Efsaneler nede başka bir varlık kalmamıştı. Orklar insanları kontrol eden birer görevli olmuştu.

Yıllar birbirini kovaladı. Kara han Orklar'ın ihanetiyle Ork zindanlarına düşünce, insanlar özgürlüklerini tekrar kazandı. Varlıkların tüm eser ve kalıntıları ortadan kaldırıldı. İnsanlar dünyaya hükmetmek için yakıp yıktı. İnsanların bu vahşetine ne dur diyecek Tanrılar ne de liderler vardı. Tarih sahnesine bir boy çıkıp, diğeri iniyordu. Orklar Kara Dağın derinliklerinde sessiz ve derin bir yaşam sürüyorken, tüm insanlık onları çoktan unutmuştu.

 

***

Güneş ışıklarını dünyaya göndermeye başlamıştı. 1000’li yıllar dünyanın yine savaş ve kargaşasının hâkim olduğu yıllardı. Törük ırkına mensup Oğuzlarla Urum ırkına mensup Bizanslılar sürekli harp içindeydi. Dünya etraflarında olan küçük harplerin ötesinde onların harbine odaklanmıştı. Anadolu’nun doğu kapıları olarak adlandırılan diyarlarda yüzyıllar önce kurulmuş olan Erzen, soğuk kışların ve sıcak baharların yaşandığı bir diyardı. Halkın çoğunluğunu Urumlar oluşturuyordu. Bazen de Törük kervanlarının uğrak yeri olmuştu.

Karlı dağlar yerini yeşil otlaklara ve narin esen rüzgâra bırakmıştı. Ufukta kimselerin görünmediği bir sabahtı. Erzen diyarının valisi Herodot, komutasında ki çok az bir askerle bu diyarı Törükler’e karşı korumaya çalışıyordu. Fakat yıllardır bu civarın en büyük tehdidi olarak görünen Törükler henüz bir kez olsun bu diyara adım atmamıştı. Herodot oldukça cesur ve kahraman bir komutandı. İki yiğit oğlu ve bir de narin kızı vardı. Erzen’de halk oldukça huzurlu ve sakin bir hayat sürerlerdi. Özel eğlencelerin düzenlendiği zafer gecelerinde danslar edilir, şarkılar söylenir ve oyunlar sergilenirdi. Halkın çoğunluğu çiftçilik, zanaat, sanat ve avcılıkla uğraşıyordu. Bu diyarda heykeller, oymalar, halı ve kilimler oldukça fazla yer tutuyordu. Yüz yıllar geçmesine rağmen batıl inanç olarak düşünülen bazı olgular vardı. Periler, Cinler, Şeytanlar ve de Efsaneler hala kulaktan kulağa dolaşan mitler arasındaydı. Periler ve Efsaneler iyiliği, Cinler ve Şeytanlar ise kötülüğü temsil ediyordu. Fakat bu diyarda insanların dışında ki varlıkların yaşaması yasaktı. Sadece bazı ağaç ve hayvan türlerinin yaşamalarına izin veriliyordu.

Erzen diyarının civar köylerinde yaşayan bir bostancı aile kızı olan İnci, oldukça narin ve güzeldi. Onlarla beraber başka kimseler yaşamıyordu bu köyde. Annesi Ruksana Hanım, metafizik ve psikoloji alanında kendini oldukça iyi geliştirmişti. Babası İlyasa iyi bir bostancı ve aynı zamanda iyi bir de avcıydı. O kadar iyi kalpli ve temiz yürekliydiler ki, kimseleri incitemez, üzemezlerdi. İnci henüz 17 yaşına yeni basmıştı. İnci kız gününü annesinden metafizik öğrenerek ve tarihi hikâyeleri okuyarak geçirirdi. Onu en çok etkileyen hikâyeler ise Efsanelerin hikâyeleriydi. Oldukça cesur ve kahraman olmaları onu daima büyülemişti.

Günlerden bir gün civarda görünen Törük atlıları onları ürkütmüştü. Fakat Törükler’in onlara kibar ve merhametli davranmalarına şaşırmış ve hayran kalmışlardı. Çünkü yıllardır ne onlar, ne ataları böyle bir muamele görmemişlerdi. Ne Erzen diyarı halkı, ne civarda kiler onları sevmiyor, istemiyorlardı. Hatta bazıları onların insan olmadıklarını farklı aşağılık varlıklardan olduklarını iddia ediyorlardı. Törükler’in gitmesiyle kara bulut gibi çöken Vali askerleri onları ihanetle suçlayıp, ev hapsine çarptırdı. Artık hiçbir şekilde evden çıkmaları ve başka birileriyle münasebetleri olanaksızdı. Bu cezaya Ruksana Hanım gülmekteydi. Çünkü yıllardır zaten yalnız yaşıyorlardı ve yılda neredeyse sadece bir veya iki defa birileri buradan geçerdi.

Günler birbirini kovalıyordu. Artık etrafta Törükler’in birer kâbus olduğu, karşılarına çıkan her şeyi yakıp yıktıkları söylentileri yayılıyordu. Ama hala ne Erzen diyarına ne de bu yörelere bir tek Törük gelmiş değildi. Sadece birkaç kişiden oluşan Törük birliği İnci kızın köyünden geçmişti. Bu söylentilerin yersiz olduğunu İnci kız ve ebeveynleri iyi biliyordu. Günler sonra Vali’nin sarayında çalışacak kızlara ihtiyaç olduğu haberi geldi. Bunun üzerine geçim sıkıntısı çeken İnci, ailesini kurtarmak için saraya gitme kararı aldı. Annesi Ruksana ve babası İlyasa buna karşı çıktılar. Çünkü yasağı çiğniyor ve kendini tehlikeye atıyordu. Ama İnci kararlıydı. Bir gün şafak henüz sökmemişken, gizlice yola koyuldu İnci. Ormanın sonunda aşması gereken bir nehir ve atlatması gereken vahşi hayvanlar vardı. Bunlardan kurtulmalıydı. Ama hiçbir gücü, silahı ya da fikri yoktu. Ormanın sessiz ve ürkütücü havasından kurtulmak için şarkı söylemeye başladı.

Günler ardı ardına,

Yıllar ardı ardına,

Belalar birbiri ardına,

Ne olur yeter artık,

Gelsin bu diyarlara,

Bizi huzura kavuşturacak,

Mutluluğu daim kılacak,

Kutlu ve şanlı kurtarıcı…

 

Aynı şarkıyı söylüyordu. Çünkü bu sözleri söylemek hoşuna gidiyordu. Ayrıca bu şarkıyı annesi Ruksana Hanım ona öğretmişti. O da büyük annesinden öğrenmişti.

Nihayet ormanın sonunda ki vahşi nehirle karşılaştı. Ne nehirde bir hareket, ne de etrafta bir hareketlilik vardı. Ağır adımlarla nehre doğru ilerlemeye başladı. Korkuyordu ve kalbi hızla atmaktaydı. Aniden bir ses duyunca yerinde kala kaldı. Bir vahşi hayvan olmalıydı. Ağır hareketlerle arkasına döndüğünde gördüğü şey karşısında aniden kala kaldı. Bu bir Vaşak grubundan başka şey değildi. Aslında Vaşakları sever ve korurlardı ama grup halinde görünen Vaşaklar avda demektir. İncinin onlar için bir av olduğu belliydi. Aniden üzerine vahşice bir vaşak atıldı. İnci ani hareketle yana doğru kendini attı. İncinin sağ omzunu pençesiyle yaralayıp suya düşen Vaşak, su içerisinde acı acı kıvranmaya başladı. Nehir de bir şeyler vardı. İnci onlara odaklandığında onların Vaşağı parçalayıp yiyen balıklar olduğunu gördü. Artık nehirden geçemezdi. Diğer vaşakların saldırması üzerine nehir boyunca koşmaya başladı. Tüm gücüyle koşuyordu. Bir yandan koşuyor, diğer yandan “evden çıkmamalıydım” diye kendi kendine pişmanlık duyuyordu. Artık hali kalmamıştı. Aniden yığılı verdi yere. Üzerine vahşice koşan Vaşaklara kendini

Impressum

Verlag: BookRix GmbH & Co. KG

Texte: Mevlüt Baki Tapan
Bildmaterialien: Mevlüt Baki Tapan
Lektorat: Mevlüt Baki Tapan
Tag der Veröffentlichung: 26.08.2014
ISBN: 978-3-7368-3438-5

Alle Rechte vorbehalten

Widmung:
Tarihin karanlık çağlarından günümüze uzanan fantastik doğu bir öykü. Başrol Kahramanı: Karanlık Efsane Attila. Giriş kısmı: Varlıklar âleminin toplandığı ve iyi kötü bir hayatı paylaştıkları dünya artık eskisi gibi değildi. Kara han’ın kontrolünde ki bölgelerde karanlık yükselmeye başlamıştı. Ork, İskelet, Şeytan ve Devleri kontrolüne almış, dünyayı bir kaosa sürüklemeyi planlıyordu. İnsanların hâkim olduğu dünyada Periler, Efsaneler, Cinler, Elfler, Hayvanlar, Süperiler, Tanrılar gibi birçok varlıkta beraber yaşıyordu. Fakat hiçbir varlık topluluğu ittifak ve barış içerisinde değildi. Vampirler Kurtlarla, Periler Cinler ve İnsanlarla, Titanlar Tanrılarla, Cadılar ve Ejderhalar ise Avcı ve Efsanelerle savaş içindeydiler. Varlıkların birbirleriyle olan savaşları dışında ayrıca kendi içlerinde de savaş yaşamaktaydı. İnsanlar farklı ırk ve milletlere bölünmüş birbirleriyle savaşıyorlardı. Hintliler Kitap; Google, Wettpad ve kişisel yazar sitesinde de ayrıca yayınlanmaktadır.

Nächste Seite
Seite 1 /